Son Yılların Modası: Sosyal Fobi ve Panik Atak
Bu yazıdaki konular
Bir hocamla konuşuyorduk, “Ne kadar arttı bu rahatsızlık” demiştim, kastettiğim Panik Atak`tı.
“Arttığı yok” demişti. “Sadece moda oluyor, kelimenin kullanımı insanların hoşuna gidiyor”. Geçmişe doğru düşününce doğru bir yaklaşım...
Türkçe'de stres kelimesi ilk kullanılmaya başlandığında herkes stresliydi, sonra depresyon, ardından panik atak, sosyal fobi gibi cümleler çok kullanılır oldu. Kelimeler ilgi çekici olduğu kadar, herkesin yaşadığı bir şeyi yaşamak da hoş - anlaşılabilir, kabul edilebilirdi. Bir gün bir arkadaşım demez mi ki “Ben eskiden Faranjit ve Larenjit sözlerini çok severdim, hastalığın ne diye kim sorsa Faranjitim var derdim”.
Kelimeler önemli demek ki...
Böyle bir girişle, bu rahatsızlıklar yok demek istemiyorum elbette, sadece konuya değişik açılardan bakınca ortaya neler çıktığını bilmekte yarar var diye düşündüm. Geçenlerde orta yaşın üstünde eğitimli bir bayan, “ Oğlum şu sıra dışarı çıkmıyor sosyal fobi geçiriyor, ben de geçen ay panik atak geçirmiştim neyse ki atlattım.“ demişti de bir şey söylememiştim. Demek ki bu rahatsızlıklar grip gibi gelen geçen ve bilinse de aslında hiç bilinmeyen olarak algılanıyor. Oldu – geçti, oysa ki gerekli yaklaşımlar- terapiler uygulanmadıkça olup geçen bir şey olmuyor,
Ancak sözcük kullanımının moda olduğu bir gerçek, dizilerde, filmlerde heyecanlı, tedirgin, yerinde duramayan, ben panik atağım diyen insan tiplemeleri oldukça artmış durumda. Bir tanıdığım vardı ki; yoğun ve sürekli hareketle geçen bir günün ardından “ Bugün panik atak oldum” diyor... Gülümsemeden edemiyorum, telaşlı bir gündeki heyecanını anlatmak istiyor sadece, bunun en iyi vurgusunun da bu tanım olduğuna inanıyor. Türkçe'deki yanlış kullanımlar!
Diğer yandan, son yıllarda danışmaya gelen ya da soru yönelten çoğu kişinin, mutlak sosyal fobi ya da panik atak geçmişinden söz ettiklerini sıklıkla yaşıyorum. Artık hız çağındayız, bilgi çabuk aktarılıyor ve bir rahatsızlığın belirtileri anlatılınca, kişi buna uygun en az üç madde buluyor kendinde. Çok da doğal, hepimizde her hastalığın üç belirtisi her zaman vardır.
Öğrenciyken boşuna uyarmazlardı bizi, onca hastalıktan söz edilirdi hepsi bizde var sanırdık, oysa belirtilerin hastalığı işaret etmesi için, birbiriyle ilişkili olması, tekrarlanması, yaşamı engeller hale gelmesi gerekir. Bu nedenle, her okuduğunuz hastalığı yaşamayın denmişti bize. Yani taklit edip öğrenmeyin. Bu ilk kaide...
İkinci önemli nokta ise değişik belirtileri öğrenmekten, derin bilgi edinildiğini sanmaktan kaynaklanıyor... Kişiler belli rahatsızlık belirtilerini öğrenince, eğer bunlardan biri veya bazısı kendilerinde varsa, diğer belirtileri de yaşıyor hale geliyor ve söz konusu rahatsızlığı seçiyorlar, seçtikleri için de yaşıyorlar. Çünkü bazı rahatsızlıkların “İkincil Kazançları” var. Bunların neler olduğunu kişinin ayırt etmesi ise çok güç. Kaçınma, farklı olma, istemediklerini yapmama, uzak durma gibi sayısız kavramla açıklanabilecek bu kaçınmalara bir rahatsızlık adı vermek elbette ki mantıklı ve çok da pratik...